31 Ocak 2011 Pazartesi

Anne

Haftanın şiiri - 24 Ocak 2011
Bu haftanın konuğu yine genç bir şair : Kaan İnce... Sevgi dolu bir hafta dilerim sizlere, herşey gönlünüzce olsun :-)
-------------------------------------------------------------------------
ANNE
hüznün damlalarıdır sevgime yağan
dolduğunda çatırdayan kalbim uçurum yarıklarıyla
dilim dilim kesilmekte gözbebeklerim
sarkarak toza bulanan
işte o zaman
ışığına dolanıp düşlerinin göğsüne yatardım
karışık sesinle kanat çırpardı sesim
elllerine erir karışırdım ıslaklığına
eğirmek isterdim kestane saçlarını iğle saçlarıma
zorlu anlarımda çıkıp gelirdin hep yanıma
eziyetle yürüdüğün yeter
dökünüyorum yorgunluğunu bedenime
sarnıçlarda yağmurlar dinlenirken senin için
anne, gül et beni kederine
Kaan İNCE

Kaan İnce 1970-1992
Kaan İnce, çok genç yaşta uçup gidenlerden, sıkı bi şair, 2 Şubat 1970'de Ankara'da doğar. İlk, orta ve liseyi Ankara'da bitirir. 1986'da şiirle ilgilenmeye başlar. 1990'da Ankara Üniversitesi Sosyoloji bölümüne girer. Ocak 1991'de Milliyet Sanat Genç Şairler köşesinde ilk şiiri yayımlanır. Çağdaş Türk Dili, Yazılı Günler, Damar, Promete, Karşı dergilerinde şiirleri yayımlanır. Nisan 92'de Yaşar Nabi Nayır Şiir yarışmasında "Mektup" şiiri yayımlanır. 1992'de "Gizdüşüm" adı altında yazdıklarını bir yayınevine verir. 11 Ağustos 1992'de, İstanbul Kadıköy'de, Ümit Oteli'nde 05.00'de atlayarak canına kıyar. 20 Ocak 1993'de "Kaan İnce Kültür ve Sanat Vakfı" kurulur. Ekim 1993'de de "İzlek" dergisi çıkar.
Afşar Timuçin, kitabın önsözünde "Kaan'ın Bıraktığı" başlığı altında şöyle der: "Zamansız ölüm yoktur, erken ölüm vardır. Ölüm ölümdür. Şu ya da bu şekilde oluşu birşeyi değiştirmez. Yaşamı savunmak gerekir, ancak ölmeyi bilmek de birşeydir. Bazen ölüm bizi yakalar, bazen biz yakalarız ölümü elimizle."

Çok Güzel

Haftanın şiiri - 17 Ocak 2011
Herkese günaydın,
bu hafta yeni bir şair var karşımızda, Nilgün Marmara.. Bu şairimizinde hayatı ve şiirleri fırtınalı..
Ümit ederim sizlerin haftası "meltem" tadında olur :-)
Sağlıcakla kalın.. Cem..
-------------------------------------------------------------------------------------
ÇOK GÜZEL
Durma artık burada uysal âşık!
Aydınlık milinin yatağında.
Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde
                        ağırbaşlılığının.
Veda geliyor şimdi, öğretmek için
sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen
                        vakitte.
Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?
Bu aklıkta, minarem mavi benim.
Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz
                        insanlığa!

Nilgün MARMARA - Hayatı 
1958 yılında İstanbul'da doğdu. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi'nde bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı.
Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Plath'ın bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışı genç şairi etkiledi. Nilgün Marmara, şiirlerinde çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullandı.
Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. Küçük İskender, Lale Müldür, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, Ece Ayhan, Gülseli İnal, Onur Göknil ve Serdar Aydın gibi şairleri derinden etkiledi.
Sylvia Plath sevgisi, Marmara'yı ölümde de sevdiği şairin yazgısıyla birleştirdi. 13 Ekim 1987'de henüz 29 yaşındayken "yaşama karşı ölüm" dedi ve intihar etti. Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayınlanan günlüğünde "hayatın neresinden dönülse kârdır" ifadesi yer almaktadır.

Trafik

Haftanın şiiri - 10 Ocak 2011
Merhaba,
Önümüzde ki birkaç hafta genç şairlere yer vereceğim bu sayfalarda.. Bunlardan ilki aşağıda (Zafer Ekin Karabay), ümit ederim beğenirsiniz...Sağlıcakla kalın :-)
Cem..
Not: Şairi daha iyi tanımanız için, bir yazıyı en alta aldım, Can Dündar imzalı..
--------------------------------------------------
TRAFİK
kentin baskısı kaldı bize
ve
ışıkları trafiğin ya da kazası
oysa biz hep bir düş kazası
nda
yitirdik arkada
şlarımızı
karşıdan karşı
ya geçerken
eli b
ırakılan çocuklardı
k

o insan kalabal
ığı
ndaki
son gülümsemesiydi annemizin

sonra hangi tarafa geçsek kar
şıda kaldık!


 Zafer Ekin Karabay
Şairin İntiharı
Bir süredir masamın üstünde tek sayfa bir mektup duruyor.
"
Şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş
bir mektup...
13 Eylül 2002 tarihli... Düzgün bir el yaz
ısıyla yazılmış
.
En üstte büyük harflerle "Asl
ında bütün mesele neydi?" yazı
yor:
"Hani, ‘Hayat
ın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya Nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. Nilgün Marmara’nın 29 yaşında, S. Plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. Ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. Bu yüzden ‘Şubatta Saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. Ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). Ama şimdi..."İlk okuyuş
umda burada durdum. Devam etmeye korktum.
Sonra merak
ı
m yendi korkumu...
Okudum:

***
"Ama
şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. Hem Zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (Kimbilir belki kendimle barış
abilseydim...)
Yerle
şik Yabancı’ydım her yere Metin Abi... Sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaş
abilmek için.
Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir ba
şkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaş
ama?
Tüm arkada
şlarımı
ve sevgilim Meral’i çok seviyorum.
Beni affedin."
***
Mektubu ileten arkada
ştan öğrendim sonrasını
...
"
Şair - yazar - akademisyen Zafer Ekin Karabay o mektubu yazdığı gün, Eskiş
ehir’de intihar etti."
Neden peki?
"Asl
ı
nda bütün mesele neydi?"
"
Şiir hem yitiş, hem kurtuluştur" diyen bir ş
air, niye 29’unda kemerine asar kendini?..
"Ya
şamdan daha büyük olma isteği mi? 30 yaş kırgınlığı mı
?
Ma
ğrur bir an mı
?"
Hay
ı
r!
Mesele (Mayakovski’den Kaan
İnce’ye, Van Gogh’dan Nilgün Marmara’ya, Jack London’dan, Hemingway’e kadar) bütün sanatçıların, vicdan sahiplerinin, hayatı
sevenlerin meselesi:
Ozan
ın, başkalarının acısı pahasına elde edilen mutluluğ
u kabullenememesi...
Alaattin Topçu’nun deyi
şiyle "hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini", "N’apalım, dünya böyle" diye geçiş
tirememesi...
Sokaktaki tevekkülle ba
ş edememesi... Sokaktakilerden olmayıp, onları dönü
ştürmeye de gücünün yetmemesi...
Ve "kendiyle bar
ışıp" haksızlığa alışarak yok olmaktansa, intihar ederek var olmayı
tercih etmesi...
Nilgün Marmara da "Ey, iki ad
ımlı
k yerküre/ senin bütün arka bahçelerini gördüm ben" deyip gitmedi mi?
***
"Son mektup"un üzerinde bir not var:
"Bunu Kül’de yay
ınlarsanı
z sevinirim" deyip muzipçe soruyor:
"Nas
ı
l sevineceksem?"
Sonra da bu talepteki tutunma çabas
ı
na dikkat çekiyor, parantez içinde:
"Bu da hâlâ ya
şamak istediğ
imi mi gösteriyor nedir?"
Son kitab
ını göremeden ölmüş bir ozanın son mektubunu yayımlatma isteği... Vahşeti yüreğinde hisseden "yabancı"nın dayanı
lmaz bozgunu...
"Kaç
ış değil onlarınki, reddediş
", biliyorum.
Ama yine de "Bu reddiyenin ba
şka yolları olmalı
" diyorum.
Bunca haks
ızlığı ve bizim onca haksızlığa alışmışlığımızı böyle yumruk gibi yüzümüze vurmadan, canına kı
ymadan...
Bizi
şiirsiz, ş
airsiz koymadan...
Hayatla ba
şa çıkmanın ozanca bir yolu olmalı
...
Çünkü Karabay’
ın dediğ
i gibi;
"Yolculu
ğa çıkmışlar için hem limansa ş
iir, hem de gemi..."
O gemiyi en son
şair terk etmeli...
candundar@superonline.com              

En Küçük Çengelli İğne

Haftanın Şiiri - 27 Aralık 2010
Bir yılı daha bitiriyoruz, bu yılın son şiiri benim bir çalışmam..
Bu sene benim için oldukça anlamlı geçti ; Ocak ayında oğlum dünyaya geldi, Ağustos ayında annemi kaybettim, vs vs.. Yaşamın acı ve tatlı anlarını doyasıya yaşadım bu sene, belkide hayatım boyunca bu seneyi unutamayacağım...Üstünde çok düşündüm bu yılın ve bulduğum kısaca şu; bu sene HAYATIN ta kendisiydi.. Başlangıçların ve bitişlerin olduğu bir seneydi, 2010..Eminim herkes senenin son günlerinde birkaç saatini bu seneye düşünmeye ayıracaktır...Ümit ederim herkes bu seneyi HAYATI sonuna kadar hissederek yaşamıştır...
Yeni yılda yüzünüzde hep tatlı bir gülümseme olmasını temenni ederim..
Sağlıcakla kalın şiir-dostları :-)
-----------------------------------------------------------------------------------------------
EN KÜÇÜK ÇENGELLİ  İĞNE                 (Annem ve Oğlum'a)
Ani gittin
        geldiğin gibi.
İçi ne kadar doluydu
altmışdokuz yılın
ne kadarında gülüş
ne kadarında acı vardı
        elimde çetele yok.
Ellerini hatırlarım
tel
    tel
       parmaklarını                            
ve gözlerini
neler görmüş
neleri görmek istememiş
belkide o yüzden
miyoptun
acılara set için.
Kucağını hatırlarım
doktora koşturan
kahvelerde adres soran
dudaklarını
işte o an anladım
bir kadının gücünü
bir annenin
        yıkılmazlığını.
Ortak fotoğrafımız kaldı,
geriye
        sen, ben ve oğlum,
senin son umudun
hayata bağlayan
son çengelli iğne
        en küçüğünden.
Ama yetmedi
        kum saatinde ki
        son
        zerre
        düşünce yere,
başlayınca
düdük sesi
ayrılma treninin
herkes yerini aldı
kompartımanda.
Ümit ederim
yerin iyidir
göremediğin sevgileri
ve yeşilleri
ve mavileri
ve leylakları
ve çiğdemleri
görürsün.
Arada bir
resmimize bak
yüreğinin üstünde
        sen, ben ve oğlum.
Hayatımızda ki
        en küçük çengelli iğne...
CEM ÖNCE

İstanbul Destanı

Haftanın Şiiri - 3 Ocak 2011
Merhaba Şiir Dostları,
yeni bir yıl ve yeni bir şiir...
Aşağıda ki şiir uzun bir Bedri Rahmi Eyüpoğlu şiiri.. Hepsini bir solukta okumanız zor olabilir ama ara ver vere okursanız çok keyif alacağınız bir şiir.. Bu şiirden bazı dörtlükler hep ortada dolaşır ama tamamı daha da güzeldir.
Belki İstanbul deyince aklınıza gelenler bu şiirde vardır eğer yoksa da siz ekleyin, sizin de bir destanınız olsun sevdiklerinizle, sevdiğiniz yerlerle ilgili :-)
İyi ki varsınız, sizlerle şiirler çoğalıyor bir nar gibi...
Sağlıcakla kalın:-)
----------------------------------------------------------------------------
İSTANBUL DESTANI

İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
bir varmış, bir yokmuş.

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu'da, toprak damlı bir evde,
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
direklerinde güller tomurcuklanır.
Anadolu'da, toprak damlı bir evde çocukluğum,
Gülcemel'le gider İstanbul'a,
Gülcemal'le gelir.

İstanbul deyince aklıma,
bir sepet kınalı yapıncak gelir.
Şehzadebaşı'nda akşam üstü,
sepetin üstünde üç tane mum.
Bir kız yanaşır, insafsızca dişi,
boyuna, posuna kurban olduğum.
Kalın dudaklarında yapıncağın balı,
tepeden tırnağa arzu dolu.
Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı,
bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı.
Şehzadebaşı'nda akşam üstü,
yine zevrak-i derunum,
kırılıp kenara düştü.

İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir.
Dokuzuncu senfoniyle kol kola,
Cezayir marşı gelir.
Dört başı mamur bir gelin odası;
haraç mezat satılmakta.
Bir gelinle güvey eksik yatakda.
Köşede sedef kakmalı tombul bit ut,
Tamburi Cemil bey çalıyor eski plakta.
Sonra ellerinde şamdanlar, nargileler,
paslı Acem kılıçları.
Amerikan kovboyları,
eller yukarı...

Ne kadar da beyaz elbiseleri,
Amerikan deniz erleri.
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi.
Sütden duru, buluttan beyaz.
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin?
Yakışmaz.
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler.
Kan rengi, barut rengi, duman rengi.
Kin tutar, kir tutmaz.

İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir.
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz'da
Kimi Fenerbahçe'de yan gelir.
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir.

Orkinos dediğin balıkların şahı
Orkinoz mavzerle gözünden vurulur.
Denizin içinde ağaçlar devrilir.
Kan çanağına döner Dalyan'ın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk Orkinos.
Reisin sevinten dili dolanır.
Bir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyos'u havada yutar.
Bir başkasını beklemez gider.
Balıkcı gülümser tatlı tatlı
Adı Marika dır bu martı'nın der,
Her zaman böyle gelir, böyle gider.

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir.
Dünya'nın en kötü Fransızcası orda harcanır.
Çalımından geçilmez altmışlık Madamların
Ağzı dili olsada tenhadaki çamların.
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların.

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir.
Ne zaman birinin resmini yapsam, öteki kıskanır.
Ama şu Kızkulesi'nin aklı olsa
Galata kulesine varır.
Bir sürü çocukları olur.

İstanbul deyince aklıma,
Tophane'de küçücük bir sokak gelir.
Her Allah'ın günü kahvelerine
Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir.
Kimi dilenecek dilenmesine, utanır,
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli, paslı bir tebessüm,
Çöpcü olmuştur bugüne bugün.

Kiminin sırtında perişan bir küfe,
Kiminin sırtında nakışlı semer.
Şehrin cümbüşüne katılır gider.
Kalın yağlı bir kolona koşulur,
Piyano  taşırlar omuz omuza.
Kendinden ağır yükün altında adamlar,
Balmumu gibi erir dururlar.
Sonra kan ter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hammallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin?
Nazdan nazik, çiniden bilezik eller.
Derken;
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik üstat Sinir Zulmettin.
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner ;
Gamı şadiyi felek,
böyle gelir böyle gider.

İstanbul deyince aklıma,
Stadyum gelir.
Güne, güneşe karşı yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal marşı.
Bulutlar atılır top top, pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydınlıkiçinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız,
İstaseler bir gelincik gibi koparır veririm.

İstanbul deyince aklıma
stadyum gelir.
Kanımın karıştığını duyarım, ılık ılık.
memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına.
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar.
Göğsümü gere gere.
Ver Lefter'e yaz deftere
Stadyum gelir.

İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda,
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin,
Heybetini düşünürüm.
Birbirine eklenir kafamda,
Binler, yüzbinler, milyonlar.
Sonra bir mısra havalanır ürkek,
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar.

İstanbul deyince aklıma,
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam.
Şimdi Orhan Veli gelir.
Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli.
Deminden beri senin tadın senin tuzun.
Senin şiirin senin yüzün.
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur.
Gelir sessizce konar, bu şiirin bir yerine
Neresine mi? arayan bulur.
Erbabı bilir.
Deli eder insanı bu şehir deli,
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli.

İstanbul deyince aklıma, Sait Faik gelir.
Burgaz adasında kıyıda,
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkcı gencelir küçülür.
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler,
Bütün İstanbul' u dolaşırlar elele, başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta.
Sivriada'da da martı yumurtası toplarlar çili çili
Ziba mahallesinde gece yarısı.
Sabaha Galata'dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi.
Ula Hasan derler, gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin,
Sonra oturup sessizce ağlarlar.

İstanbul deyince aklıma,
Sait Faik gelir.
Taşında, toprağında, suyunda,
Fakirin fukaranın yanı başında.
Hey Allah'ım, en güzel çağında Sait'e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir.
Sait, Sait olurda nasıl dayanır,
Mavi gözlü çocuk boş verir ölüm haberine.
İhtiyar balıkcı pis pis düşünür.
Bir zehir yeşilidir açılır.
Bir  yeşil ki ciğerine işler adamın.
Bir  yeşil ki kasıp kavurur.
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkcı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili.
İstanbul çalkalandıkca bu denizlerde dipdiri,
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait'in şiiiri.

İstanbul  deyince aklıma,
Sabiyem gelir.
Sabiyem boynunda büyük bir demetle,
Sarıyer'den gelir, Pendik'den gelir.
Bahar nereden gelirse velhasıl,
Sabiyem oradan gelir.
Ne delidir, ne divane,
Aslını ararsan çingenedir.
Tepeden tırnağa güneştir.
Topraktır,
Anadır.
Analar içinde bir tanedir.
Biri sırtında, biri memesinde, biri karnında,
Karnı her daim burnundadır.

Canını mendil gibi takar dişine,
Yürekten bir şeyler katar işine.
Bir ucundan girer şehrin, ötekinden çıkar,
Alçak gönüllüdür Sabiyem,
Hem masa satar, hem göbek atar.
Ver bir çeyrek güzelim der;
Neyse halin, o çıksın falin.
Canı çıkar Sabiye'min falı çıkmaz.
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri.
Görürüm, üryamda bir sarı yılan,
cenabet, uğraşır durur benimlen.
Uyanır bakarım benim bebeler,
Yatağın ucuna kaymış.
Ayağımın parmaklarını emer.

İstanbul deyince aklıma,
bir basma fabrikası gelir.
Duvarları uzun, masaları uzun, sobaları uzun.
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta.
Kanter içinde mahzun,
Yüzleri uzun, elleri uzun, günleri uzun.
Fabrikada pencereler, tavana yakın,
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin.
Dışarda ağaçlar dizi dizi,
Duvarlar duvarlar, uzun duvarlar.
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi?
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor.
Dışarda, dışarda, dışarda.
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor.

On dokuz yaşında Eyüp'lü Gülsüm,
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin.
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz.
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz.
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz,
Bir top  Amerikan'dan neler çıkmaz.
Perdeler, yatak çarşafları, çoluğa çocuğa çamaşır,
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi.
Gülsüm'ün gözleri kamaşır.
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm,
Bir top Amerikan'a hasret, sizlere ömür.
Gülsüm'lerin sürüsüne bereket,
Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet.
Gider Gülsüm, gelir Gülsüm,
Azrail ettiğin bulsun.

İstanbul deyince aklıma,
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka geliir.
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil,
Samsun'dan, Sürmene'den, Sinop'dan,
Yaz demez, kış demez, mutlaka gelir.
Kirli yelkeninde yeni bir yama,
Demirin pası gelir dilime.
Nabzımda duyarım motorun hızını,
Canımın içine sokasım gelir.
İri kalçaları pullu, deniz kızını.

İstanbul deyince aklıma,
Takalar gelir.
Alçakgönüllü kalender.
Ya peleng-i deryadır adları yada şimşi-i zafer

İstanbul deyince aklıma,
Koca Sinan gelir.
On parmağı on ulu çınar gibi.
Her yandan yükse
Sonra gecekondular gelir ardısıra
İsli paslı yetim.
Ey benim dev memesinde, cüceler emziren acayip memleketim.

Bedri Rahmi Eyüpoğlu

30 Ocak 2011 Pazar

Pazar sabahları çok erken

Siz Pazar sabahları çok erken ne yapıyorsunuz?
Pazar günü çalışmak zorunda olanlardan mısınız? Kolay gelsin.
Pazar günü çalışmak zorunda değilseniz, Pazar sabahları geç uyananlardan mısınız? Mışıl mışıl uykular.
Pazar günü çalışmak zorunda olmadığınız halde, iş sizi bırakmadığı için e-mail ile ya da bilgisayarda çalışanlardan mısınız? Akılda kalacağına, bitsin bari.
Çocuklar uyanana kadar haber ve TV izleyenlerden misiniz? Dünyada neler olup bitmiş bir gecede?
Erken kalkan yol alır diye, facebook-twitter-blog güncelleyenlerden misiniz? Karınca misali.
Şehirler diğer günler erken uyandığı halde Pazar sabahları daha sessiz olduğu için kitap okuyanlardan mısınız? Ya da yazıyor musunuz?
Ormanda yürüyüşe, spor salonunda ter atmaya ya da yılların dostları ile basketbol oynamaya gidenlerden misiniz?  Sağlık her işin başı...
Pazar sabahlarının çocuklu aileler için güzelliği, okula (ya da aktiviteye) yetişme telaşı olmadan, muhtemelen yatakta sabah tembelliği yaparak uyanmak. Ertesi gün Pazartesi olsa da koca bir günü farklı şeyler yaparak geçirme özgürlüğü bulmak. Yapılacak işler öğleden sonrayı bekler, ama sabahın tadını çıkarmak lazım. Belki uzun bir kahvaltı, masada bol bol sohbet, pijama-gecelikle daha uzun saatler kalma izni kendinize ve herkese. Gazete keyfi zamanı.


EN SON NE ZAMAN?   Bir Pazar sabahı ailenizin tüm üyelerini öperek uyandırdınız?

28 Ocak 2011 Cuma

Her başarılı kadının arkasında

Yıllar önce, her başarılı kadının arkasında bir kadın vardır anlamına gelen yazılar okuduğumda, ne kadar doğru demiştim. Ancak iki çocuklu çalışan bir anne olarak artık hiç bir günüm geçmiyor, bu düşünceyi doğrulamadan. Kimler mi onlar?
Öncelikle annem. Herkesin annesi kendisi için özeldir, her anne çocuklarını emekle ve fedakarlıkla büyütür, anne sizi karşılıksız seven ilk kişidir. Anne-kız ilişkisi yüzlerce kitaba konu olmuştur, inişli-çıkışlı, bağrışlı-çağrışlı olduğu için. Anne hepimize çok anlam ifade eden bir kelime. Benim için de 12 yıldır kendimi tanımladığım ilk sıfatlardan biri.
Annem hep derdi, doğruymuş, onun değerini kendim anne olduğumda daha çok anlamıştım. Annem çocuklarımın bakımına ve yetiştirilmesine yardım etmeseydi bu kadar uzun saatler çalışabilir miydim? Gözüm arkada kalmadan evden çıkıp gidebilir miydim? Kendimi işe kaptırdığım zamanlarda "evi düşünmeden" durabilir miydim? Hayır. Annemle yıllardır çocukların büyütülmesi ile ilgili yüzlerce küçük tartışmamız olmuştur, eski-yeni nesil farkı diyebileceğimiz. Ama eğer ben bugün emekliliğimde "umarım torunlarıma bakacak sağlıkta olurum ve kızlarıma destek olabilirim" diye düşünüyorsam, annemin hayatımıza kattıkları sayesinde. Bunu ona söylemeyi ihmal ettiğim zamanlarda bile biliyorum ki o gönülden yapıyor her şeyi, karşılıksız veriyor sevgisini. (Leziz yemekleri için ise basit bir teşekkür bile ona yetiyor). 
Sonra kızkarkeşim. Allah herkese benimki gibi melek kardeş nasip etsin der dururum yıllardır. Oğlak burcunun mükemmeliyetçiliği ikimizde de var, anlarız birbirimizi. O daha sakindir, farklı bakar bazen olaylara, bana en çok yarayan da sağduyusu. Birbirimizi severiz ve destek oluruz hep, heyecanla bekliyoruz birlikte yaşlanacağımız günleri.  
Sonra evdeki yardımcım. Gerçek bir cevval Karadenizli, çalışkan, deli dolu. Dünyadaki tüm çocukları seven ve çok sabırlı bir anne aynı zamanda. Onun sayesinde evimiz bizi mutlu eden bir yuva. Her zaman yardımsever, her zaman gülümser.
Arkadaşlar ise başka yazının konusu...

EN SON NE ZAMAN?   Annenize sıkıca sarıldınız ve "iyi ki varsın" dediniz?